Lozan Antlaşması’nın 100. Yılında Türkler ve Kürdler-1
Kürdistan devletlerinin kurulması ihtimali ortaya çıkar.
Lozan Antlaşması, esasında Sevr Antlaşması’nın devamı ve revize edilmiş hali olarak değerlendirilebilir. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, pratikte uygulanmasa da ve koşullara bağlı olarak tanımlansa da, Kürdlerden ve Kürdistan’dan bahseden önemli bir uluslararası anlaşma metnidir. Sevr Antlaşmasının 62, 63 ve 64. Maddeleri bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması yanı sıra bir Kürdistan’ın kurulmasını da içermekteydi.
Sevr Antlaşması’nın mevzubahis maddelerinde: “Madde-62: Antlaşmanın uygulanmaya başlamasından bir süre sonra Kürtler, Doğu Anadolu’da bağımsız bir kuruluş meydana getirmek isterlerse ve onların bu istekleri “Cemiyet-i Akvam” tarafından kabul edilip, Osmanlılara tavsiye edilirse Osmanlılar, bu tavsiyeyi yerine getireceklerdir. Madde-64: Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda, bir Ermenistan Devleti kurulacak, sınırlarının tayini Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’’nın hakemliğine bırakılacak.” Antlaşmada geçen bu iki maddeye dayanılarak ABD’nin himayesi altında, Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin kurulması ihtimali ortaya çıkar.
Anlaşma taslağına bakıldığında, büyük Ermenistan’ın kurulmasından artakalan topraklarda bir Kürdistan devletinin kurulması, başta “Cemiyet-i Akvam'ın kabulü olmak üzere zincirleme şartlara bağlanmış. Bu anlaşma uygulanmamış olsa da, her şeye rağmen Kürdler için çok önemli ve bir umut kaynağı olmuş, Türkler için de bir “Öcü Masalı”na dönüşmüştür. Bu süreçte kartların yeniden karılması, İttifak Devletleri arasındaki menfaat çelişkileri ve bölgesel aktörlerle yapılan ikili anlaşmaları dikkate aldığımızda, Sevr, esas itibariyle galip büyük devletlerin bölgesel planlarının henüz billurlaşmadığı bir aşamada hazırlanmış ve dolayısıyla uygulanamamıştır.
Sevr’in uygulanamamasının önemli nedeni, itilaf devletlerinin kendi aralarındaki çıkar uyuşmazlığıydı ve bu uyuşmazlık kendi aralarında bir çatışmayı körükleyebilirdi. Yoksa “Türkiye’de resmi tarih bakışının bıkıp-usanmadan tekrarlayıp durduğu “Sevr’i yırttık” tekerlemesi değildir.” İkinci ve diğer önemli bir neden ise Bolşevik devriminin oluşturduğu tehditti.
Rusya’da gerçekleşen Bolşevik devriminin yarattığı dengeler devreye girmeseydi, galip devletlerin Osmanlı bürokrasisine belirlediği coğrafyanın Sevr Anlaşması’yla sınırlı kalacağı açıktır. Sevr’in Kürdler açısından uygulanmamasının en önemli nedeni ise Kürd siyasi liderlerinin gelişmeleri doğru okuyamaması, M. Kemal ve arkadaşlarının vaatlerine kanarak sahada gerekli örgütlü gücü oluşturup Kürd toplumunu yeteri kadar harekete geçirememesidir.
Eğer Sevr Antlaşması uygulanabilseydi; “Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları, Mondros anlaşmasının değil, bugün TC’nin resmi söyleminde İç Anadolu denilen yere yerleştirilmesi ve Kürdistan coğrafyasının bir kesiminde de Kürdistan Devleti’nin kurulması kaçınılmaz sonuçtu. Fransa işgaline karşı Antep, Maraş ve Urfa’da direnen Kürdlerin devletleşmesi halinde, Güney Kürdistan’ın Irak’a dâhil edilmesini kabullenmeyeceği ve bu manada sorun yaratacağı açıktır. Kürdistan’ın direnişinin kırılmasını sağlamanın bir koşulu, Rusya Sovyet’inin siyasi desteğinden mahrum etmek, bir diğer koşulu da Kürdistan’ın güney parçasını, kuzey ve doğu parçalarından izole ederek zayıflatması gerekirdi.”[1]
Sevr’den Lozan’a giden süreçte, başta İngiltere olmak üzere, emperyalizmin ortak çıkarları tekil çıkarların önüne geçmiştir. M. Kemal, Emperyalist İtilaf devletlerinin onayı ve “Bolşevik Devrimi’nin yarattığı yeni koşullardan ve dengelerden yararlanarak Lozan Anlaşması’yla (24 Temmuz 1923) Kuzey Kürdistan üzerindeki egemenliğini garantilemiş oldu. Böylece Kürdistan Türkiye, İran, Bolşevik Rusya, İngiltere mandası olan Irak ve Fransa mandası olan Suriye arasında paylaştırılarak İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya gibi dönemin güçlü emperyalist devletlerinin onayıyla, zor ve şiddetle, işgal ve ilhak edilerek Lozan’da Türk vatanı olarak resmileştirilmiştir.
Resmi tarihe göre, bu süreçte M. Kemal’in liderliğinde çetin koşullar altında, işgalci itilaf devletlerine karşı büyük bir kahramanlıkla anti-emperyalist bir mücadele yürütülerek bu kazanımlar elde edilmiştir. Ancak tarihsel gerçekler ve belgeler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Bazı yerel direnişler M. Kemal ve arkadaşları bölgeye gelmeden önce ve onlara rağmen başlamıştı. Yunanistan’la yaşanan savaşın haricinde M. Kemal, dönemin emperyalist güçleri olarak bilinen İngiltere, Fransa, İtalya ve Bolşevik Rusya’nın hiçbiriyle çatışmaya girmemiş. Tam tersine hepsiyle önce ikili anlaşmalar yapılmış ve daha sonra Lozan’da toplu bir anlaşma yapılmış. Zaten M. Kemal’in Kürdistan’a gönderilmesi, söylendiği gibi sadece Vahdettin’in onayıyla değil, esas olarak İngiltere’nin isteği ve onayı ile olmuştur.
İlk önce 16 Mart 1921’de İngiltere ve Bolşevik Rusya arasında yapılan anlaşmayla Kemalist harekete destek verilir. Daha sonra 20 Kasım 1921’de Fransa ve Ankara arasında imzalanan anlaşmayla Fransızlar Klikya bölgesinden çekilir. Fransa aynı zamanda Türk-Yunan savaşında İngiltere’nin tutumunu eleştirerek Bolşeviklerle birlikte Mustafa Kemal’e destek veriyordu. Bu anlaşmalar sağlandıktan sonra Ankara hükümetiyle diplomatik ilişkiler geliştirilir ve böylece 21 Şubat 1921’de düzenlenen Londra Konferansı’na Yunanistan’la birlikte davet edilir.
Fransa’ya göre Türk-Yunan savaşı, kendi konumunu güçlendirmek amacıyla Britanya’nın tertibiyle vuku bulmuştur. Ali İlmi Fani de benzer bir değerlendirmeyi Adana’da yayımladığı Ferda gazetesinde yapmış; “Türk ile Yunan’ın Anadolu’da birbirinin boğazına sarılması ayniyle İspanya’daki boğa güreşlerini tasvir ediyor. Zafer sevinciyle sermest olan büyük Britanya için esasen galibiyet şerefine böyle bir kanlı eğlence tertibi lazım idi.”[2]
Dönemin emperyalist İttifak Devletleri’nin onayı ve ulusal çıkarları doğrultusunda imzalanan Lozan Antlaşması’nda Kürdlerin kendi kendini temsil etmesi sözkonusu olmadığı gibi, Kürd milletinin her nevi siyasal, milli ve kültürel hakları da yok sayılmış. Anlaşma metinlerinde Kürdlerin farklı bir “soy”dan olduğuna dair ibarenin geçmemesi için, Türk heyeti tarafından büyük bir çaba gösterilmiş. Dışişleri ve Türk heyetinin başkanı olan İsmet İnönü’nün azınlık haklarının korunmasıyla ilgili görüşmelerde “Biz Türkler ve Kürdler” sözü haricinde Türk delegasyonu özellikle Kürd ve Kürdistan kelimelerinin kullanılmasından kaçınmış ve mümkün derecede metinlere yansımasını engellemeye çalışmıştır. “Türk Hükümetinin bütün çabası, imalı bir biçimde de olsa Kürtleri içine alacak metinlere, anlaşma maddeleri içinde yer vermemekti.”[3]
Kürdlerle ilgili esaslı tartışmalar, Musul sorununun görüşüldüğü oturumlarda yapılmış. Bu oturumlarda da “Kürd, Kürdistan sözcükleri bir soy bir coğrafi yer anlamında (Kürdlerin oturduğu topraklar) Musul sorunu oturumlarında sık sık anılmıştır.”[4] Lozan’la Türk tarafı İtilaf devletlerinden öyle tavizler elde etti ki sürgün edilecek yeni rejim muhaliflerinin listesi dahi bu anlaşmayla belirlendi. Lozan Antlaşması sürecinde, hiçbir şekilde Kürd milleti temsil edilmemiştir. Kürd asıllı olarak heyette bulunan Diyarbekir milletvekili olarak atanmış olan Zülfü Tigrel'in ne Kürdleri ne de herhangi bir Kürd kurumunu temsil ettiği asla iddia edilemez. Zaten kendisi de rahatsızlığını bahane ederek hiçbir oturuma katılmamıştır.
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından yaklaşık üç ay sonra, Antlaşma metni mevcut şekliyle birinci BMM tarafından onayının sorun olabileceği endişesiyle, ani bir kararla 1 Nisan 1923’te esas olarak Lozan’ı kabul edecek yeni Meclis seçimlerine gidildi. Yapılan yeni seçimlerde, özellikle Kürdistan’da seçilen mebuslar başta olmak üzere bütün adaylar merkezden belirlendi.
Yeni meclis üyelerinin onayıyla önce Büyük Millet Meclisi (BMM), Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne dönüştürülür ve TBMM’in merkezden belirlenmiş ikinci dönem mebuslarının oylarıyla önce Lozan Antlaşması imzalanır ve ondan sonra da 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir. Ertelenen Musul sorunu (aslında Güney Kürdistan’ın geleceği meselesi) ise, 1925’te kabul edilen Irak Anayasası’nda Kürdlere bir statü verilmediği belli olduktan sonra, 1926’da İngiltere’yle anlaşma sağlanarak çözüldü.