Türkiye barışa değil felakete doğru gidiyor
MİLYONLAR İSYAN EDİYOR

‘Gürültü’ cezasına tepki gösterdi
Özdağ, 18 Nisan’da Zafer Partili 6 gencin Gayrettepe’de ellerinde “Ümit Özdağ’a Özgürük” pankartıyla yaptıkları sessiz eylem gerekçe gösterilerek ceza yazılmasına tepki gösterdi. Özdağ, “Polis geliyor ve her birine Kabahatler Kanunu’nun 36/1. maddesi uyarınca ‘gürültü’ gerekçesiyle ceza yazıyor.Ne gürültü var ne şikâyet eden ne de rahatsız olan. Bunun adı Düşman Ceza Hukuku” dedi.
AKP’NİN 28 ŞUBAT’I
Güneydoğu’da helikopterlerden “Allah’ın ipine sarılın” yazılı bildiriler atıp, şehit cenazesinde kenarda durmak ne izah edilebilir ne de kabul edilebilir bir tutumdu. Türk ordusu ve Türk devleti bu uygulamalarla Türk halkının muhafazakâr kesimiyle yabancılaştı. Başörtüsü ve türbana yönelik izahı mümkün olmayan sert tavırlar, milyonlarca muhafazakârın kendi ülkelerinde ikinci sınıf yurttaş oldukları hissine kapılmasına neden oldu. Ve bu hissiyat AKP’nin politik yükselişini gerçekleştirdiği sosyolojinin ana psikolojik dinamiği hâline geldi.
Aradan 23 yıl geçti. Şimdi toplum bir anlamda AKP’nin 28 Şubat’ını yaşıyor. 28 Şubat, muhafazakâr tabanı yabancı hissettirmişti. AK Parti’nin ötekine reva gördüğü 28 Şubat’ı ise 19 Mart sonrasında Düşman Ceza Hukuku uygulamalarına tepki olarak sokaklara çıkan genç, yaşlı, emekli insanlara benzer bir duyguyu yaşatıyor.
Bu insanların nasıl bir hissiyatla sokağa çıktığını düşünürken, birkaç gün önce Silivri’de ziyaretime gelen genç bir avukatın söylediği bir cümle, sokaktaki ruh hâlini çok iyi anlattı. İç Anadolu’dan, esnaf bir aileden, muhafazakâr bir damardan gelen bu genç adam, görüş kabininde yüzünde ıstıraplı bir ifade ile şöyle dedi: “Ülke bizim gibi hissetmiyoruz.” Bu, muhtemelen 2000’lerin başında AK Parti tabanının hissettiklerine çok benzer bir duyguydu.
HERKES RAHATSIZ
Türkiye, politik, ekonomik ve toplumsal bir kaosun pençesinde. Politik kutuplaşma düşmanlaşmaya, ekonomik kriz ekonomik programın çöküşüyle buhrana, toplumsal gerilim ise çatışmaya doğru ilerliyor. Yüksek tansiyon, nasıl ki vücudun organlarını olumsuz etkiliyorsa; toplumsal yüksek tansiyon da siyaseti, ekonomiyi, iktidarı ve muhalefeti olumsuz etkiliyor. Nasıl ki insanda yüksek tansiyonu tetikleyen etkenler varsa, toplumsal yüksek tansiyonu da tetikleyen bazı faktörler var. Bunların en önemlilerinden biri, bir süredir iktidarın muhalefete yönelik uyguladığı düşman ceza hukukudur. Bu uygulamalar o kadar yaygınlaştı ki, ülkede bir süredir iki farklı hukuk sistemi yan yana işlemeye başladı.
İktidara yakınsanız, yasalar size ya en yumuşak şekliyle uygulanıyor ya da hiç uygulanmıyor. Benzer bir şeyi muhalif bir siyasetçi, gazeteci ya da yurttaş yaparsa, yasaların en sert maddeleri devreye giriyor. Hukuk sistemimizde yaşanan bu krizi artık “bağımsız yargı” ya da “yargının araçsallaştırılması” gibi kavramlarla açıklamak mümkün değil.
1960 ABD ÖRNEĞİ
Peki, düşman ceza hukuku nedir? Bunu bir benzetmeyle açıklamak istiyorum:
Bugün Türkiye’de muhalifler, 1960’lı yılların sonuna kadar ABD’nin güney eyaletlerinde yaşayan siyah Amerikalılar gibi muamele görmektedir. Kâğıt üzerinde herkes eşit siyasal ve yasal haklara sahiptir. Ancak Mississippi’de yaşayan siyah bir Amerikalı, beyaz bir hâkimin karşısına çıktığında, anayasal ve yasal haklarının fiilen hiç de eşit olmadığını görürdü.
İKTİDAR YANLISI SERBEST
Bugün Türkiye’de muhalifler de aynı deneyimi yaşıyor. İktidar yanlısı bir trol, İstanbul’daki İsrail Başkonsolosluğu’nu basma çağrısı yapıyor; kitleler konsolosluğa yürüyor, olaylar çıkıyor, mağazalar tahrip ediliyor, polis ve yurttaşlar yaralanıyor. Ancak hiçbir savcı bu kişiyi ifadeye bile çağırmıyor. Aynı çağrıyı benzer sonuçlarla muhalif bir gazeteci yapsa, derhal tutuklanır. Rasim Ozan Kütahyalı’nın “CHP’ye kayyum atanacak” iddiası, iktidar yanlısı gazeteciler tarafından bile tepkiyle karşılandı. Borsa çöküş yaşadığı için Adalet Bakanı müdahale etti ve Kütahyalı Bolu’dan SEGBİS aracılığıyla Ankara Başsavcılığı’na ifade verdi; ardından yoluna devam etti. Oysa aynı açıklamayı muhalif biri yapsaydı tutuklanırdı.
Düşman ceza hukuku, yasada suç olarak tanımlanmayan gerekçelerle insanların tutuklanması anlamına gelir. Örneğin Ayşe Barım, yasada olmayan “etki ajanlığı” suçlamasıyla tutuklandı. Mahkeme kendisini serbest bırakmasına rağmen, savcılık bu karara yasaya aykırı şekilde Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz ederek Barım’ı tekrar tutuklattı.
Bir yurttaşın ulaşabileceği en yüksek yargı organı Anayasa Mahkemesi’dir. Kararları TBMM’yi ve tüm yargı organlarını bağlar. Ancak Can Atalay davasında iktidar, Anayasa Mahkemesi kararını tanımadı. Bu açıkça düşman ceza hukuku uygulamasıdır. Anayasal haklar yok sayılmaktadır.
MİLYONLAR İSYAN EDİYOR
Düşman ceza hukuku; toplumu şoklara, belirsizliğe, korkuya ve en nihayetinde isyana sürükler. Bugün meydanları dolduran milyonlar, aslında bu hukuka isyan etmektedir.
Üstelik bu hukuki bozulma sadece muhalefeti değil, iktidar yanlılarını da rahatsız ediyor. Sayın Bahçeli’nin İmamoğlu davasına dair çıkışı, mevcut hukuk anlayışına içeriden bir düzeltme girişimidir. AKP’nin TBMM grubundaki bazı önemli isimlerin sessizliği, eski sözcü Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın eleştirileri de bunu doğruluyor.
MHP’nin TBMM’deki önde gelen hukukçularından Feti Yıldız da ceza yargılamasında ölçülülük ilkesinin ihlal edildiğini şu sözlerle ifade etti:
“Tutuklama, mutlak zorunluluk yoksa yerine başka tedbirler düşünülmelidir.”
EKONOMİ ÇÖKTÜ
Her ne kadar “düşman ceza hukuku” demese de mevcut uygulamaları eleştirmiştir. Aynı şekilde yüksek yargı mensupları arasında da artan bir rahatsızlık vardır.
Yargıtay 1. Başkanvekili Ahmet Ömeroğlu şöyle diyor:
“Tutuklama bir tedbir değil midir? Şartları çok zordur, istisnai durumlarda uygulanması gerekir. Bir insanın en kıymetli değeri şerefidir, onurudur. Failin kimliği, partisi, cinsiyeti ne olursa olsun; hiç kimsenin şerefiyle, onuruyla oynama hakkımız yoktur.”
Yüksek tansiyon sadece muhalefete değil, iktidara da zarar veriyor. Düşman ceza hukukunun 19 Mart – 19 Nisan arasında hazineye maliyeti 50 milyar doları bulmuştur. Artan enflasyon, faizler ve ekonomi programının çöküşü... Tüm bunlar düşman ceza hukuku uygulamasının dolaylı sonuçlarıdır.
Yeni Şafak gazetesinin Maliye Bakanlığı bürokrasisini suçlayan yayınları da bu krizin başka bir yansımasıdır. Milli vicdanı yaralayan, ekonomik krizi derinleştiren, muhalefeti yok etmeye odaklı bir politika, milli birliği tesis edemez.
FELAKETE GÖTÜRÜR
PKK ve DEM ile barışalım, geri kalanları ikinci sınıf yurttaş ilan edip diz çöktürelim anlayışı, Türkiye’yi barışa değil, felakete götürür.Yapılması gereken çok açıktır:
Anayasa ve yasaları tüm yurttaşlara eşit ve tarafsız şekilde uygulamak.İktidar seçmeninin ve siyasetçilerinin dahi rahatsızlık duyduğu bu düşman ceza hukuku uygulamalarından vazgeçmek; ekonomik krizden çıkışın da ilk ve zorunlu adımıdır.